Kapitalizmin Ruhu

Üretmeden tüketmenin vurgulandığı kapitalist sistemde akıllara, meşhur Kızılderili atasözü gelmektedir:
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde ve son balık tutulduğunda beyaz adam, paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak.“

“Kapitalizm dünyanın başına gelmiş en kötü şeydir.”
“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.”
“Kapitalizm, insanları zenginlere hizmet eden tüketim robotlarına dönüştürüyor.”
Kapitalizm mutlak kötülüğü bulunan, şeytani yapıya sahip bir ekonomik sistem, bu şeytani özelliği ile insan hayatının her noktasına girmeyi başarabilmiştir. Bunu, özel mülkiyette sınırsız hak, hür teşebbüs, şahsi menfaat gibi ilkelerini insanlara cazip göstererek yapmaktadır.
Kapitalizme göre en mesut insan, servetlerini kat kat yığan ve bunları hangi yolla olursa olsun biriktirebilendir. Şahsi menfaat, çalışmaya teşvik amilidir. Randımanın artması ve tüketim hizmetlerinin gelişmesi konusunda kapitalist düzen, özel menfaatin tatminini esas aldığı için, ferdin eğilimine büyük önem verir. Kapitalistlere göre bu zaten tabiatın icabıdır; üstelik şahsi menfaat insanı teşebbüse, çalışmaya, gayret ve rekabete sevk eder. Şahsi menfaat sağlama şansı azaldıkça, ferdin gücü, gayreti ve atılımı da düşmeye başlar. Şahsi menfaat, fertleri harekete geçiren, böylece genel menfaate katılmayı teşvik eden, diğer herhangi bir vasıtayla ulaşılması mümkün olmayacak bir hizmet gören tek itici güçtür.
13. ve 14. yüzyıllarda bazı keşif ve icatlar sonucu ortaya çıkan ve giderek genişleyen modern bilim, insanlar üzerinde büyük bir hâkimiyet kurmuştur. Bilimin insan hayatını kolaylaştıran teknoloji boyutu ise bilimin saltanatını güçlendirmiştir. Teknoloji ile insan tamamıyla yeryüzünün maddi cazibesine kapılmış maneviyat kan kaybına uğramıştır. Artık insan için bundan böyle tek gaye; haz, hız ve kâr kazanmaktır.
Kapitalizm ve Tüketim
Reklamlar ve medya kapitalizm araçlarındandır. Tüketimi artırmak için insanın isteklerini tahrik etmeyi hedefler. Yirmi dört saat ihtiyaçların sınırsız olduğunu bilinçaltımıza işlemek için beynimizi reklamlarla yıkar.
İhtiyaçtan fazla ev eşyası ve giyeceklerle evler dolup taşarken insanlar ihtiyaç sendromuna yakalanmalarından dolayı yenileri almaları ve belki de hiç kullanmadıkları eskileri çöpe atmaktadırlar.
Medya sadece tüketimi artırmak için kullanılmaz. Medya; zihin dünyamızı, akıl ve düşünce dünyamızı, bireysel ve toplumsal yaşamımızı, siyasi görüşümüzü hasılı bütün bir hayatımızı etkileyen kapitalizmin uşağı bir araçtır.
Kozmetik, kapitalizmin kadınların “estetik”, “güzellik” diyerek düşürülmeye çalışıldığı bir tuzaktan başka bir şey değildir. Estetik bize yaşamımız boyunca şırınga edilen hakim ideolojik şekillenişin bir parçası olduğundan, çoğu zaman, neyi, ne için güzel bulduğumuz üzerinde ciddi olarak düşünmeyiz bile.
Kapitalizmin kadın güzelliğini makyajla bütünleştirdiği; kozmetiğin sadece yüksek karlar getiren bir sektör olduğu bir gerçekliktir. Mevcut kapitalist sömürü sistemin kendisine verdiği rolü süsüyle, makyajıyla, takısıyla, yani “kadınsı” diye ifadelendirilen ne varsa, sahiplenerek oynamaya mahkûm edilmektedir.
Dünyanın en zengin 3 kişisinin serveti, en fakir 48 ülkenin toplam servetine eşit bir dünyada yaşıyoruz. Televizyonlar, bu zenginlere imrenmemiz gerektiğini öğretiyor. Paris Hilton’lar, Donald Trump’lar… Herkes bu iki ismi biliyor. Oysa onlar yan komşumuz kadar bile ilginç kişiler değiller.
İnsanlar sistemin tuzak planlarını zihnimize sokan ve değer yargılarımızı altüst eden sıradan televizyon programlarını izliyor, oradaki aktörler gibi olmak istiyor, hatta çocuklarımızın da onlara özenmesinden rahatsız olmuyoruz.
Semboller ile ‘yaşam tarzı’, ‘style’, ‘dizayn’, ’tasarım’ gibi kavramlarla hayatımıza sızan kültürü tanımak farkındalık oluşturmak gerekiyor. Burada bir farkındalık geliştirmeden yanlış ve doğruyu anlatmak mümkün olmaz. Dünya insanları para, güç ve tüketime tapan bir toplumdan, cömertlik, adalet ve tasarrufu hayata geçirmeyi hedefleyen toplumlara dönüşmeyi beceremediği takdirde, dünyanın iyiye gideceği söylenemez.

Kapitalizm ve Bilinçaltı
Kapitalizmin kurduğu sömürü odaklarından biri de bilinçaltıdır. Görsel ve işitsel temalarda fark ettiklerimiz dışında seçemediğimiz olguları bilinçaltına gönderip eylemlere dönüşecek alışkanlıklar yaratırlar. Bunların en büyük destekçileri ise, TV’ler, gazeteler (gereksiz haber manşetleri), reklamlar, çizgi filmler, diziler, bilgisayar oyunları ve birçok ürün afişleri… Bilinçaltımıza giren birçok olgunun, bilinç süzgecinden geçmeden alışkanlıkların kölesi oluyoruz. Bilinçaltını yönetmek kapitalizmin en büyük silahlarından biridir. Bilinçaltı sömürüsü gelişmekte olan ülkelerde daha çok çocuklar ve gençler üzerinde kuruluyor.
Okul öncesi çocukların, sürekli TV’lerde yayımlanan oyalayıcı ve zihin gelişimi için önerildiği çizgi filmler ayrıca çizgi karakterlerin de bilinçaltına itilmesiyle ileri derecede ruhsal bozukluklara ve çizgi karakterlere öykünerek onlar gibi yaşamaya teşvik eden düşünceler yerleştiriliyor. Çocuklar için özel üretildiğini söyleyen firmalarında sağlığa zarar veren oyuncakların piyasaya sürülmesiyle de çocukların dikkatini üzerlerine çekip aşırı istek ve bağımlılık yapan gelişimi engelleyen zayıf bireyler olarak topluma dönülüyor. Özellikle bir ürünü satmak için milyonlarca basılan afiş ve reklam ambalajlarında göremediğimiz ince ayrıntıları farkında olmadan bilinçaltımıza yerleşiyor.
Kapitalizmin temelinde ise düşünsel ve zihinsel sömürüyle başlayarak kendi birliklerine itaat edecek robotlar/kobaylar yetiştirmektir. Ne kadar çok üretim artışı olursa bir o kadar da aşırı tüketici ve obur bir toplum oluşacaktır. Bilinçaltımıza yerleşmiş kölelik aşırı tüketime yönlendiriyor. Marketlerde reyonlar arasında gezinirken bile gereksiz üretimin kapladığı raflarda gördüğümüz her şeyi dikkati çekip zorunlu ihtiyaç hale getiriliyor.
Tüm bunlar yaşanırken düzene karşı olan, daha güzel daha adil bir dünyayı özleyenler, bunun için de mücadele etmenin inancını taşıyanlar nerede?
Çocukların televizyonda izledikleri programların ana teması “para ve güç” üzerine dönüyor. Dünyadaki çocuklar bu hedefle büyü(tülü)yor. Bu yüzden, fakir olanlar çalıp çırpıyor, vücutlarını veya kendi çocuklarını satıyor. Zengin olan da daha zengin oluyor.
Kendimizi kapitalist dünyanın bir parçası hissederken bir suç işliyormuş duygusu kaplamıyor artık benliğimizi. Zengin sahabiler imdadımıza yetişiveriyor. Küreselden bireysele, sistem eleştirisine kapattık zihinlerimizi. Neyin doğru olduğu konusunda kafalarımız karışık.

Kapitalizm Dünya Kültürü Oluyor
1. Yozlaşma ve Yoksullaşma
İnsanların birbiriyle ilişkisi, kâr etmeye ve para kazanmaya indirgendi. İnsan ilişkileri, para kazanmanın aracı durumuna dönüştü. Bu durum insan ilişkilerinde insani değerler, duygular, inançlar, dayanışma ve gereksinimler yerine; bencillik, çıkar sağlama, sinsilik, yalakalık, onursuzluk ve ahlaksızlık gibi davranışlara yol açtı. İnsan ilişkileri, insan insana doğal ve toplumsal ilişkiler olmaktan çıkıp yozlaştı.
Yoksulluğun kitleselleşmesi, eşitsizliklerin derinleşmesi insan ilişkilerini ve ruhsal yapılarını yozlaştırıp yabancılaştırdı. Kapitalizmin her şeyi metalaştırması, derin bir yozlaşmayı doğurdu.
2. Tüketim Kalıpları ve Sıradanlaşma
İnsanlar yerel kültürün ürünleri yerine gereksinimlerini markalaşmış tüketim ürünleriyle karşılamaya başladı. Artık gereksinimler ve onların karşılanması, bireyin özgün değerleri yaratıcılığı ve koşullarına göre giderilmeyip; herkesin kullandığı ürünlerle giderilmeye başlandı.
Sürekli yeni ürün üretmek ve satmak zorunda olan kapitalist sistem, tüketim ürünlerini, her zaman yeni bir imajla piyasaya sunar. Örneğin, falan saç şampuanını kullanırsanız saçlarınız daha parlak olur, erkekler sizi daha çok beğenir. Filan ayakkabı, size sosyal bir saygınlık sağlar gibi. Böyle bütün bireyler herkesleştirilir. Kızlar ve erkekler kendini reklamdaki kız ve erkekle özdeşleştirmeye çalışır. Tüketim ürünlerinin bu tarzlarda sunulması, insanların tüketim nesneleriyle vaat edilen imajları yaşamayı amaç edinmelerine yol açtı. Dolayısıyla tüketim, insanların gereksinimlerini giderme amacından çıkıp, tüketim nesnelerinin vaat ettiği imajları yaşamaya çalışma etkinliğine dönüştü.
3. Bireyin Tanrılaştırılması
Bireye daha çok tüketmesi, ne kadar çok tüketirse o kadar modern ve özgür olacağı empoze edildi. Çünkü hayat kendi hayatıydı. Artık ilkel dinlerdeki sınırlı tanrılar yerine, kapitalizm her insanı tanrılaştırmayı sinsice pazarlıyor. 
    Böylece, toplumsal yapı ve eski toplumlara ilişkin insani değerler, bireyin özgürleşmesini engelleyen öğeler olarak görülmeye başladı. Artık yerele ait ne varsa bir bir yok edilmeye başladı.


4. Tüm Yaşamın Metalaşması ve Rekabet
Hayatın meta tüketimine dayalı hale gelmesi, daha iyi yaşamanın daha çok ve daha pahalı, lüks metalar tüketmekle olacağı inancı global bir kültüre dönüştürüldü. Ne tüketeceğimiz ve tüketirken neler duyacağımız, nasıl bir zevk alacağımız da tüketim nesnelerinin sunuluşunda bize baştan dayatılıyor.
        Yaşamın ve var olmanın amacı da böyle belirlenince, insanlar arasında kıyasıya bir rekabet, başlıyor. Falancanın yazlık villası, Mercedes otomobili var, bizim de olsun. Filancalar yılda üç kez tatile gidiyorlar, beş yıldızlı otellerde kalıyorlarmış, biz gidemiyoruz; demek ki biz onlar kadar iyi yaşayamıyoruz denmeye başlandı. Bunların ardından yetişilemediği görülünce de kazanmak için her şeyin mübah olacağı fikri kabullenildi.
  Böylece, kazanma hırsı içinde olmak, kazanmak için hiçbir kural tanımamak bir erdem gibi yüceltildi.

Kuşatmadan Nasıl Çıkılır?
     
     Kapitalizm; hırs ve arzularla, kıskançlık ve ikiyüzlülükle inşa edilmektedir. Kapitalizme karşı mücadelenin eski söylemleri yetersiz kalmaktadır.
     Esas olarak günlük algılarımızı, beğenilerimizi, ürettiğimiz üretebileceğimiz bütün değerleri tanınmaz hale getiren, insanlığı atomlarına ayıran bu stratejiye karşılık eski söylemlerle mücadele etmek imkânsızdır.


         Bir insanın kapitalizmin çarpık sistemi içinde, insan olarak ayakta kalması ve kendini bulması, yeni bir inşa sürecini gerektirir. Bunun için insanın, bu sisteminin dışına çıkması ve sistemin bütün algı operasyonlarına karşı teyakkuz halinde olması gerekir. Ekonomik, politik, kültürel devasa bir kuşatma altında bunu başarmak, çok zordur. Eğer insan bunu başaramazsa insanlığından çıkacak ve bütün değerlerini kaybedecektir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar